HALİT ÇELENK ÖDÜLLERİ GECESİ'NE
DOĞAN ÖZGÜDEN'İN MESAJI
Halit Çelenk Hukuk Ödülleri, 5 Mayıs 2016 akşamı
Ankara'da Türkiye Barolar Birliği Litai Otel Av. Özdemir Özok Konferans
Salonu'nda yapılan buluşmada sahiplerini buldu.
Cangül Örnek’in “Türkiye’nin Soğuk Savaş Düşünce Hayatı – Anti
Komünizm ve Amerikan Etkisi” kitabı, Halit Çelenk Hukuk Ödülü'ne layık
görüldü. Örnek'e ödülü, Prof.Dr.Korkut Boratav tarafından takdim edildi.
Can Yavuz’un “Hukuk Eğitimi ve Öğretimi” adlı araştırmasına, Emine
Behiye Karakitapoğlu / “Public Participationin EIA Process of Small
Hydro Power Plants (HES) in Turkey” adlı yüksek lisans tezine, Eda Aslı
Şeran/ “Augusto Boal’in ‘Yasama Tiyatrosu’ Yönteminin Hukuka ve
Demokratikleşmeye Etkisi” isimli yüksek lisans tezine ise teşvik ödülü
verildi.
Kapanış ve teşekkür konuşmasını Çelenk'in kızı Serpil Çelenk
Güvenç’in yaptığı geceye Doğan Özgüden de Brüksel'den Halit Çelenk üzerine
aşağıdaki mesajı gönderdi.
Doğan Özgüden'in Mesajı:
1962 yılı, Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde müstesna bir yer
taşır. 1962, yıllar yılı, özel yaşamında ya da çeşitli sosyal ve
mesleki mücadele alanlarında sol tavır almış, tüm baskılara rağmen bu
tavrında ödünsüz direnmiş onbinlerce insanın "vakt erişti" diyerek
Türkiye özelinden doğmuş bir partiye binlerle akmaya başladığı yıldır.
En başta sendikacılar olmak üzere, işçisi, hukukçusu, gazetecisi,
sanatçısı, yazarı, bilim adamıyla, Türkiye'nin en seçkin ve en yürekli
insanlarıdır bunlar...
Türkiye İşçi Partisi'nin ilk militanları, ilk örgütleyicisi bu
insanlar, ülkenin hemen her köşesinde, yılların tutsaklık zincirlerini
kırarak akın akın bu kurtuluş ordusunun saflarına katılıyorlardı.
Sendikacı, bilim adamı, yazar ya da sanatçı olarak isimleri medyada
duyulmuş olanların dışında herkes birbirinin meçhulüydü.
Bu büyük 1962 buluşmasına ben de İzmir'den katılmıştım. O sırada Öncü
Gazetesi'nin Ege Bölgesi Temsilcisi ve Türkiye Gazeteciler Sendikaları
Federasyonu Yönetim Kurulu üyesiydim. Halit Çelenk'in adını ilk kez
İzmir'deki partili avukat arkadaşlardan duymuştum.
Bu değerli hukukçumuzun, eşi Şekibe Çelenk'le birlikte parti saflarında
yer almış olmasından dolayı sevinçliydiler. Daha sonra gazeteci,
sendikacı ve partili olarak Ankara'ya sık sık yaptığım ziyaretler
sırasında efsanevi sendikacı Fukara Tahir (Öztürk) ve Uğur Cankoçak
gibi çok değerli partililerle birlikte Çelenk'leri şahsen de tanımak
imkanı bulmuştum. İnsan ilişkileri sıcak, konularına hakim ve ilk
karşılaşmada muhatabı üzerinde derin saygı ve güven uyandıran
kişilikleriyle Ankara örgütünde ayrı bir yerleri vardı.
1962 yılında Aybar'ın ısrarı üzerine, Genel Merkez Basın Bürosu'nda
görev almak üzere İzmir'den ayrılıp İstanbul'a yerleşmek zorunda
kalmıştım. Birlikte çalıştığım günlerde Aybar'ın, Halit Çelenk ve
Şekibe Çelenk'ten hep takdir ve sevgiyle bahsettiğini çok iyi
anımsıyorum.
Hukuki konular söz konusu olduğunda mutlaka Ankara'yla temasa geçerek
Halit Çelenk'in görüşünü istiyordu. 17 Kasım 1963 yerel seçimlerine
katılmaya karar verildiğinde, partinin en kısa zamanda birçok ilde
örgütlenmeyi tamamlaması gerekiyordu.
Bu örgütlenme işinin başarılmasında CKMP'den ayrılarak TİP saflarına
geçmiş olan Senatör Niyazi Ağırnaslı en büyük rolü oynuyordu. Bu zorlu
işin üzerinden gelebileceği düşünülen bir başka önemli isim Halit
Çelenk'ti.
Nitekim partinin Samsun ve çevresindeki örgütlenmesini kısa zamanda
başaracaktı. Seçimlerde büyük bir sayısal başarı elde edilememişse de,
Türkiye İşçi Partisi'nin, sosyalist hareketin sesi ilk kez devlet
radyolarından Türkiye halkına duyurulmuş, 1965 genel seçimlerindeki
başarının temelleri atılmıştı.
Partinin radyoda sesini duyuran 15 partiliden biri de Şekibe Çelenk'ti.
Parti kitle tabanında güçlendikçe, parti yönetiminde de otoriter,
hizipçi-tasfiyeci eğilimler giderek kendisini hissettirmeye başlamıştı.
Halit Çelenk'le ortak yazgımız: birlikte nasıl partinin ilk örgütlenme
ve güçlenme sürecine katkıda bulunmuş militanlar olma onurunu
paylaştıysak, hemen ardından patlak veren anti-demokratik merkeziyetçi
süreçte de arka arkaya boy hedefi olma burukluğunu paylaştık.
1964'teki 1. Büyük Kongre'den sonra, benim de dahil bulunduğum ilk
muhalefet grubu partiden uzaklaştırıldı. Bundan hemen iki yıl sonra,
parti yönetiminin giriştiği ikinci büyük tasfiye hareketinde boy hedefi
olanların başında ise Genel Yönetim Kurulu üyesi Halit Çelenk ve Şekibe
Çelenk gelecekti.
Çelenk'lerin parti üst organlarında tabi tutuldukları sorgulamalar
Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde gerçekten birer kara sayfadır.
Halit Çelenk, parti yaşamını anlatan "Türkiye İşçi Partisi'nde İç
Demokrasi" kitabında bunları ayrıntılı biçimde belgeleyerek tarihsel
bir görevi yerine getirmiştir.
Tabii ki, TİP'ten tasfiye edilenlerin büyük çoğunluğu, partisiz de
kalsalar, hiçbir zaman pasifize olmadılar, kavgadan çekilmediler,
devrimci ve demokratik mücadelelerini kendi meslek dallarında,
demokratik kitle örgütlerinde aynı kararlılıkla sürdürdüler. Bunların
başında ise hiç kuşkusuz Halit Çelenk gelir.
12 Mart 1971 darbesi bizi siyasal göçe zorladığında, Türkiye'deki
faşizan baskıları dünya kamuoyuna duyurabilmek için Demokratik Direniş
Hareketi'ni kurmuştuk. Türkiye'den gizlice gönderilen işkence
belgelerini, mahkeme tutanaklarını, tanıklıkları yabancı dillere
çevirerek Avrupa Konseyi'ne, Avrupa Parlamentosu'na, insan hakları
kuruluşlarına ve basına iletiyorduk. Türkiye'deki büyük hukuk
mücadelesinin referans ismi hep Halit Çelenk idi...
O, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin'in İnan'ın idamlarının acısını
tüm devrimciler adına tek başına yaşadı. İstanbul Adliyesi'nde Deniz
Gezmiş'le son görüşmemizi anımsıyorum. Kavga arkadaşları teker teker
katlediliyordu...
6. Filo ziyaretine karşı Ant'ta yazdığım bir yazıdan dolayı ağır cezada
yargılanma sırası bekliyordum. Bir ihbar üzerine yakalanan Deniz'i
mevcutlu getirmişlerdi. Ayaküstü kısaca konuşabildik. "Beni de
yaşatmayacaklar," diyordu! Gözlerinde hüzün, dudaklarında buruk bir
gülümseme, ama dimdik...
Yaşatmadılar. Deniz'in ve yoldaşlarının yaşamda kalması için en büyük
mücadeleyi Halit Çelenk verdi. Ve onları onurlu son yolculuğa da aynı
büyüklükte bir metanetle uğurladı. 12 Mart Darbesi'nden sonra 1974'te
yayınlanan "1. THKO Davası Mahkeme Dosyası", bir yerde, Deniz Gezmiş ve
arkadaşları adına Halit Çelenk ve diğer onurlu avukatlarımızın faşizme
karşı verdiği hukuk mücadelesinin bir destanıdır.
Binlerce devrimcinin, demokratın savunmasını üstlenen Halit Çelenk'in
bu dâvaları nasıl bir özveri, ciddiyet ve sorumluluk duygusuyla
izlediğine 90'lı yıllarda İnci'yle benim "vatandaşlık" kavgasında
bizzat tanık oldum.
12 Eylül Cuntası, bizim gibi siyasal sürgünde bulunan yüzlerce
muhalifi, Vatandaşlık Yasası'nda değişiklik yaparak, özel
kararnamelerle vatandaşlıktan çıkartmıştı. Bu uygulamanın iptali için
Danıştay'da açtığımız dâva, Milli Güvenlik Konseyi'nin ve onun
hükümetinin kararları aleyhine dâva açılamayacağı gerekçesiyle 1990
yılında reddedilmişti. Yoğun çalışmaları ve mücadelesi içinde kendisine
yeni bir yük yüklemekten çekine çekine Halit Çelenk'le temasa geçtik.
Ant'taki yazı ve yayınlarımızdan ve de Türkiye dışındaki
faaliyetlerimizden ötürü İstanbul, Ankara ve Diyarbakır adli ve askeri
mahkemelerinde 30'u aşkın dava dosyası ve sıkıyönetim komutanlıklarınca
hakkımızda verilmiş birçok tahdit kararı vardı. Halit Çelenk, hiç
tereddüt etmeden talebimizi kabul etti. Aylarca Ankara, İstanbul ve
Diyarbakır arasında mekik dokuyarak, tüm bu dosyaları tek tek gün
ışığına çıkardı.
Nasıl uğraştığına örnek olsun diye, 23 Mayıs 1992 tarihli mektubundan
şu satırları alıyorum: "İstanbul Birinci Ordu, Diyarbakır Sıkıyönetim
Komutanlığı, İstanbul 3 numaralı sıkıyönetim askeri mahkemesi ve
İstanbul Sıkıyönetim askeri savcılıkları tarafından konulan tahditler
birçok başvurular, gidip gelmeler, izlemeler sonunda kaldırıldı.
İstanbul C. Savcılığı'nın tahdidinin kaldırılması için yeniden
İstanbul'a gittim... Sultan Ahmet dosya mahzenine indik... İstanbul'da
bu araştırmayı yaparken bir yeni tahdit çıktı. O da İçişleri
Bakanlığı'nın 26.11.1988 günlü tahdit yazısı, şimdi bunun için de
İçişleri Bakanlığı'na başvuruyorum." Bizlerin vatandaşlıktan atılmamıza
neden olan yasanın kaldırılmasından sonra, Türkiye'ye dönmemiz halinde
tüm bu dâva dosyalarından ötürü başımızın derde girmeyeceğine dair
Dışişleri Bakanlığı'ndan yazılı güvence istedik.
Bunun yanıtını alabilmek için de Halit Çelenk aylarca uğraştı. Örneğin,
17 Mayıs 1994 tarihli mektubunda şöyle diyordu: "Hikmet Çetin Bey'le
görüşmek için randevu istedim, yazdırdım, bekliyorum... Burada
uygulamalar ilkel. Bu sürüyor da. Ama ne yaparsınız, burada yaşadıkça
bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz..."
Aradan 20 yılı aşkın zaman geçti. Hikmet Çetin bize bir yanıt vermeden
bakanlıktan düştü, ondan sonra Mümtaz Soysallar, İsmail Cem'ler geldi
geçti, ama bizim dilekçelerimize hâlâ herhangi bir yanıt gelmedi.
Üstüne üstlük, 12 Mart Darbesi'nin 30. yıldönümünde bir dergiye
yazdığım yazıdan dolayı orduya hakaret iddiasıyla yeni bir dava açıldı,
yurda döner dönmez sınırda tutuklanmam için mahkemece müzekkere
çıkartıldı. Sonuç olarak, İnci’yle ben hâlâ siyasal sürgündeyiz...
Halit Çelenk'in dediği gibi ilkellikler hâlâ sürüyor. Bu nedenledir ki,
Türkiye'de Halit Çelenk'i kucaklayıp, gerek bizim için, gerekse tüm
devrimci ve demokratlar için insanüstü uğraşlarından ötürü kendisine
bizzat teşekkür edemedim.
Bugün bu görevi yerine getiriyorum: İlkelliklere rağmen yılmayan,
adalet ve demokrasi mücadelesinden asla ödün vermeyen müstesna hukukçu,
ebedi-ezeli militan... Sana saygı, sana sevgi...