flashfondationeditorsbulletinspublications


Doğan Özgüden ile röportaj
Binfikir, Mart 2014, s 12-13


"Türkçe Medya hiçbir zaman bağımsız olamadı"


Serpil Aygün

binfikirTürkiye’den Belçika’ya işçi göçünün 50. Yılını yaşadığımız bugünlerde Binfikir Gazetesi olarak çeşitli röportajlarla bu 50 yılın bir muhasebesini yapabilmek için kendi katkımızı sunmak istiyoruz. Bu anlamda Ocak sayımızda Belçika’nın önde gelen iki önemli Gazetesi olan Frankofon Le Soir ve Flaman De Morgen Gazeteleri Genel Yayın Yönetmenleri Christophe Berti ve Yves Desmet ile bir röportaj yaparak Belçika’da yaşayan Türk toplumunu nasıl algıladıklarını yansıttık. Bu ay ise 62 yılını gazeteciliğe vermiş Türkiye Gazetecilik tarihinde son derece önemli bir yere sahip ve 40 yıldır Belçika’da sürgün bir yaşam süren, Belçika’daki Türkçe yayıncılığın canlı tanığı ve emekçisi Doğan Özgüden ile Belçika’daki Türkçe medyayı konuştuk. Belçika’daki Türkçe yayıncılığın nasıl başladığı, hangi ihtiyaçları karşıladığı, o yıllarda ve şimdi bu yayınların geldiği nokta ve Türk toplumunun bu yayınlara olan ilgisinin tarihi bir sürecini yansıttığımız röportajda Gazeteci Doğan Özgüden’in sorularımıza verdiği eleştirel yanıtlarda bazı kurumlarla ilgili değerlendirmeler cevap hakkı doğurabilir. Farklı görüşlerden insanlarımızın bir platformu olarak Binfikir Sayın Özgüden’in değerlendirmelerine yer verdiği gibi bu değerlendirmelere karşı görüş bildirenlere de saygı ve hoşgörü çerçevesinde yer verecektir. 50. Yılımızı yaşadığımız bugünlerde aynı toplumun farklı görüşlerden insanları olarak, bu farklılığı toplumumuzu geliştirici bir olanak olarak değerlendirebilmek gerektiğine inandığımızı bildirmek isteriz. Geçtiğimiz ay 78 yaşına giren Doğan Özgüden 1952 yılında ‘Ege Güneşi Gazetesi’nde gazeteciliğe başladı. Öncü ve Milliyet gazetelerinde temsilcilik, Sabah Postası ve Gece Postası gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1964- 66 Yılları arasında ise dönemin en büyük sol günlük gazetesi olan ‘Akşam’da Genel Yayın Müdürlüğü yaptı. Eşi İnci Tuğsavul ile 1967’den 1971 yılındaki darbeye kadar Ant Dergisi ve Ant yayınları ile yaptıkları sol ve muhalif yayıncılığı Belçika’da da İnfo-Türk (www.info-turk.be) aracılığıyla gerçekleştiriyorlar. Ayrıca kurdukları Güneş Atölyeleri (www.ateliersdusoleil.be) ile de 30 yıldır Belçika’nın her milliyetten insanına sosyo-kültürel çalışmalar yanında vatandaşlık ve dil kursları ile hizmet veriyorlar. Özgüden ve Tuğsavul çifti gazetelerden kestikleri siyasal, kültürel, sosyal haber ve makale kupürlerinden oluşmuş 40 yıllık arşivlerini ve tüm diğer belgeleri ile birlikte kısmen Hollanda’daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’ne ve kısmen de Gent’teki AMSAB’a emanet ediyorlar. Doğan Özgüden, 2010 ve 2011 yıllarında iki cilt olarak yazdığı ‘Vatansız’ Gazeteci kitabı ile de bir Türkiye Tarihi’ni anılarıyla yansıtıyor.

Belçika’da Türkçe yayıncılık nasıl başladı, hangi ihtiyaçlar Türkçe yayıncılığın itici gücü oldu?

Bütün Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli göçmen toplulukları gibi Belçika’daki Türkiyeli göçmenlerin de Türkiye’den haber almaya ihtiyaçları vardı. Ayrıca yaşadıkları ülkeye ilişkin gelişmeleri, o zamanlar Flamanca ya da Fransızca’ya hakim olmadıkları için, Türkçe kaynaklardan öğrenmek zorundaydılar. Ama başlangıçta bu Türkçe iletişim araçlarını kendi başlarına yaratacak olanaklara sahip değillerdi. Türkiyeli göçmenlere kendi ülkelerinden haber verme girişimini başlatan Bâbıâli’nin büyük tirajlı gazeteleri oldu.

Tabii bu girişimin ardındaki amaç sadece gurbette sıla hasreti çeken insanlarımızı habersiz ve yalnız bırakmamak değildi. Herşeyden önce sayısı giderek milyonlara ulaşacak olan göçmenler, tiraj savaşındaki bu gazeteler için yeni bir okur kitlesi ve reklam hedefi oluşturuyordu.

Esasen genelinde Türkiye’in göçmen işçilere bakış açısı tamamen ‘altın yumurtlayan tavuk’ bakışıydı. Bir kere Türkiye’deki işsizlik sorununa biraz çözüm getirecek ve kronik dış ticaret açığını kapatacak diye sürdüler bu insanları gurbete. Avrupa’ya satmışız ucuz işgücünü. Göçmenlerin tasarrufuyla devlet kendi döviz açığını kapatırken, sermaye sahipleri de yazılı medya aracılığıyla bu tasarruftan nemalanma arayışındaydı.

60’lı yıllarda ben Türkiye’nin en sol günlük gazetesi Akşam’ın, sosyalist Ant Dergisi’nin yöneticisi olarak Anadolu işçi ve köylülerinin en üretken yaşlarında Avrupa sermayesine ucuz bir mal gibi satılmasına karşı mücadele verdim.

Bugünlerde törenlerle 50. yılı kutlanan Türkiye-Belçika göç anlaşmasının imzalandığı 1964 yılında Avrupa’ya fiili işçi göçü başlayalı yıllar olmuştu. Şuna da dikkati çekmek isterim. Avrupa’ya göç olgusu 50’li ya da 60’lı yıllarda başlamış da değil... Yüzyıldır Anadolu’dan Avrupa’ya, Amerika’ya sadece ekonomik değil, aynızamanda siyasal göçler de yaşanmıştır. Bu kıtalarda Ermeni, Asuri, Grek, Kürt diyasporaları bu süreçte oluşmuştur. 60’lı yıllardaki ekonomik göç de sadece Türk göçü değil... Türkiye’deki işsizliğin kurbanı olarak doğduğu toprakları terketmek zorunda kalan yüzbinler içinde Kürt kökenli emekçiler de vardır. Bu bakımdan bu bir Türkiyeliler göçüdür. Bittabi, daha sonraki yıllarda, özellikle 1971 ve 1980 darbelerinden sonra  ardarda gelen siyasal sürgünlerin de bu göç olgusu içinde hakkınca değerlendirilmesi gerekir.

İnci ve ben 1971 Darbesi’nden sonra Avrupa’ya gelmek zorunda kaldığımızda, Münih Garı’nda Milliyet, Tercüman ve Hürriyet gazetelerini bulunca ne denli sevinmiştik. Daha sonra gittiğimiz tüm Avrupa ülkelerinde, Belçika da dahil, bu gazeteler bulunabiliyordu. Türkiye ile ilgili haberleri ancak o gazetelerden alabiliyorduk. Çünkü o sırada Türkiye’den Avrupa’ya yayın yapan bir tek “Türkiye’nin Sesi” radyosu vardı ve o da tabii sansürlü, faşist yönetimin sesi drumunda olan bir yayındı. Çoğu zaman da parazitten dinleyemiyordunuz bile.

Türkiye’nin Sesi radyosuna paralel olarak bazı sosyalist ülkelerin Türkçe yayınları vardı ki onlar oldukça kaliteli yayın yapıyorlardı. Mesela Sofya Radyosu ve Peşte Radyosu  göçmen işçilerimizin halk müziği gereksinimini de karşılayan yayınlarıyla çok dinleniyordu. Moskova Radyosu, Bizim Radyo, BBC, Amerika’nın Sesi Radyosu da Türkçe haberler vermekteydi.

70’li yıllardan mı bahsediyorsunuz?

Daha da önce... 1971 Darbesi’nden önce de sadece Avrupa’daki göçmenler tarafından değil, Türkiye’deki muhalifler tarafından da dinlenen radyolardı. Sonraki yıllarda göçmen işçi çalıştıran ülkeler de,  aldıkları bu işçilere kendi dillerinde bir mesaj verebilmek için Türkçe yayınlara başladılar. Almanya ve Hollanda’ya paralel olarak Belçika’da da Nazım Alfatlı’nın yönettiği RTB’nin Interwallonie Türkçe yayınları vardı. Daha sonra BRT de Türkçe Babel TV programını başlattı.

Tüm bunlara ek olarak göçmen işçi dernekleri kurulup gelişmeye başlayınca, taraftarı oldukları siyasal eğilimin sözcülüğünü yapan gazeteleri Türkiye’den getirtip burada dağıtmağa başladılar.

Türkiye’de 1952’den itibaren tam 19 yıl fiilen gazetecilik yaptıktan sonra siyasal sürgüne çıkmak zorunda kalınca ben de kendimi tamamen farklı bir yayın sorumluluğuyla karşı karşıya buldum. Türkiye’de hakkımızdaki sayısız basın davalarıyla boğuşurken 1971 Darbesi’nden sonra askerler bizi sıkıyönetim bildirileriyle, duvarlara asılan resimli afişlerle aramağa ve yeni davalar açmağa başlayınca yönetmeni bulunduğum sosyalist Ant Dergisi’nin yazı kurulu beni ve İnci’yi sahte pasaportla da olsa Türkiye’den çıkarak Avrupa ülkelerinde Cunta’ya karşı direniş hareketi oluşturulmasına katkıda bulunmakla görevlendirdi. İllegalde 1971 ile 1973 arası iki yıl Türkiye’deki faşizan baskıları teşhir etmek ve Avrupa demokratik güçlerinin cunta yönetimine karşı tavır koymasını sağlamaya çalışmakla geçti. Çeşitli dillerde haber bültenleri ve kapsamlı dosyalar hazırlıyorduk. Örneğin 400 sayfalık “File on Turkey”  (Türkiye Dosyası) Avrupa Konseyi’nde büyük olay oldu. Konseydeki Türk delegasyonunun başkanı bizim Avrupa’da illegal faaliyet gösterdiğimiz yolunda ihbarda bulununca 1973 basında Hollanda’dan siyasal iltica istemek zorunda kaldık.

1974 senesinde ise, birlikte demokratik direniş organize ettiğimiz arkadaşlarla görüş birliği içinde, Avrupa Topluluğu’nun başkenti olan Brüksel’de legal bir yayın ve enformasyon merkezi oluşturmanın daha mantıklı olacağına karar verildi ve Brüksel'e yerleştik. Ama Türkiye Büyükelçiliği’nin baskısı nedeniyle Belçika Devleti’nden oturma ve çalışma izni almamız, Birleşmiş Milletler mültecisi olduğumuz halde, üç yıla yakın sürdü. Buna rağmen 1974’de İnfo-Türk’ü kurduk.

O yıllarda Türkiye’de askeri yönetimin baskısı devam ediyordu. Türkiye’de sol kitaplar yakılmış, yokedilmişti ve bir çok kitap sakıncalı sayıldığı için yayınlanamıyordu. Bizim bir amacımız da Türkiye’de yayınlanması mümkün olmayan bir takım kitapları Avrupa’dan bazı kitapları basıp sadece göçmenlere değil, gizli yollardan da olsa Türkiye’deki okurlara ulaştırmaktı.

O tarihten beri aşağı yukarı 100’e yakın broşür, kitap, plak gerçekleştirdik. 1976 yılında da İnfo-Türk’ün aylık bültenlerini yayınlamaya başladık. Türkçe, İngilizce, Flamanca, Fransızca ve Almanca olarak 5 dilde yayınladığımız bültenlerdi bunlar. Bu bültenlerde Türkiye ile ilgili insan hakları ihlalleri, sosyal-ekonomik sorunlar, kültürel yaşam, etkinlikler üzerine bilgi veriyorduk. İnfo-Türk bültenlerinin yayını 1998’den beri online olarak sürüyor. (http://www.info-turk.be).

Bu arada Belçika’daki Türkçe medya açısından bana göre önemli olaylardan biri de, Belçika sendikalarının kendi üyesi olan Türkiyeli işçileri bilgilendirmek için Türkçe gazeteler çıkartması oldu.

1976’dan itibaren CSC-ACV Sendikası’nın Türkçe gazetesi Emek’i, FGTB-ABVV Sendikası’nın Türkiyeli İşçi Gazetesi’ni de yayına hazırladık.  Bu arada Belçika, Fransa ve Hollanda’da kurulan ilerici işçi derneklerinin gazetelerinin hazırlanmasına da yardımcı olduk.

1980 Darbesi’nden sonra da cuntaya muhalefet için kurduğumuz Demokrasi İçin Birlik adına iki yıl süreyle Tek Cephe Gazetesi’ni yayınladık.

O dönemde TKP çizgisine yakın Belçika Türkiyeli İşçiler Birliği’nin ve diğer sol eğilimlerdeki bazı derneklerin de çeşitli gazeteler yayınladıklarını anımsatmam gerekir.

Türkçe yayın konusunda katıldığımız bir başka çalışma da Türkiyeli İşçiler Kültür Merkezi ile birlikte hazırladığımız ve Gsara’nın radyosundan yayına soktuğumuz Türkçe programlardı.

O dönemdeki Türkçe yayınların yanısıra bir ilk ise, Belçika Kürt İşçi ve Öğrenci Derneği’nin yayınladığı Kürtçe Tekoşer Gazetesi’dir.

Bu döneme ilişkin ayrıntılı gözlemlerim 2007 yılında Binfikir’de yayınlanan bir açıklamamda yer almaktadır:

http://www.binfikir.be/news/132/ARTICLE/1523/2007-08-15.html

Bir de gazete olarak yapılan bu yayınlar dışında, İnfo-Türk olarak  edebi yayınlar da yapmışsınız galiba. Bunlardan da biraz bahseder misiniz?

Mesela Zülfü Livaneli’nin ilk plağını biz yaptık. Zülfü mülteci olarak gelmişti ve henüz ünlü değildi. 1974 yılında Brüksel’de ilk çıkarttığımız plak,  Zülfü’nün  Türkiye’den Devrimci Türküler plağıdır. Nazım Hikmet’in kendi sesinden şiirlerini de kaset olarak ilk kez biz yayınlayarak Türkiye’ye soktuk. Çeşitli kütüphanelerde aylarca çalıştıktan sonra hazırladığım ve İnfo-Türk tarafından yayınlanan 1976 Devrimci Takvimi de kendi janrında bir ilktir.

1974’de kendi bastığımız yayınların yanısıra Türkiye’den de kitap getirtme girişimimiz oldu. Çocuk kitapları, roman, şiir ve siyasal kitaplar da dahil pek çok Türkçe kitabı hem bastık hem de Türkiye’den getirterek Avrupa dağıtımını yaptık.

Yayınların yanısıra Türkiye kültürünü, edebiyatını ve sanatını Avrupa kamuoyuna tanıtma için etkinlikler düzenliyorduk. 1977’de Türkiyeli İşçiler Kültür Merkezi’yle birlikte düzenlediğimiz “Nazım Hikmet 75 yaşında” gecesinin Nazım üzerine bir de kitap yayınladık.

1982’de Uluslararası Basın Merkezi’nde Türkiye de dahil göçmen işçi ihraç eden ülkeler karikatüristlerinin eserlerinden oluşan bir karikatür sergisi açtık. Qynı yıl Brüksel’in dört belediyesinde birden düzenlediğimiz gösterilerle Karagöz’ü, 1984’te Botanique’de Nasreddin Hoca’yı ilk kez Belçika kamuoyuna tanıttık. Yine İnfo-Türk’ün bu kültürel çalışmaları 1984’den itibaren Ateliers du Soleil (Güneş Atölyeleri)’nin kurulmasıyla taçlandırıldı. Bugün 50’den fazla milliyete mensup yüzlerce kadın, erkek, genç ve çocuk bu atölyelerde hakkını arayan ve sorumluluklarının bilincine sahip yurttaşlar olarak eğitim görüyor. (http://www.ateliersdusoleil.be)

Peki o dönem burada yaşayan Türklerin bu yayınlara olan ilgisi nasıldı?

1982 yılına kadar Avrupa genelinde ve de  Belçika’da Türkiyeli göçmenler ilginç bir süreçten geçti. 50’li yıllardan itibaren Avrupa ülkelerine gelerek madenlere inen, en ağır işlerde çalışan Türkiyeli göçmenler, o dönemde bu ülkelerdeki İtalyan, Faslı, İspanyol, Portekizli ve Yunanlı işçilerle birlikteydi, onlarla sınıfsal dayanışma ve yazgı birliği içindeydiler. Unutmayalım ki  o yıllarda İspanya, Portekiz ve Yunanistan faşist diktatörlük altındaydı. Latin Amerika’dan gelenler de dahil bu işçilerin politik bilinç ve örgütlenme düzeyleri, deneyimleri çok yüksekti. Sendikalarda çok etkindiler, Belçika kamuoyunda çok etkindiler. Türkiyeli işçiler de otomatikman işyerinde aynı yazgıyı paylaştıkları için bu enternasyonalist atmosferden etkileniyorlardı. Türkiye’de 70’li yılların sosyal direniş hareketleri buradaki buradaki  göçmen işçiler üzerinde de çok etkindi. İster Türk olsun, ister Kürt, ister Alevi olsun, kulakları hep Türkiye’deydi. Bu yapı içerisinde otomatikman sol yayınlara, sol bir söyleme açıktılar.  Brüksel’de 1 Mayıs gösterileri görkemli bir enternasyonlist hava içinde geçer, Türkiyeli işçiler de orada saf tutardı. 

Bu, Kenan Evren Cuntası’nın yurtdışındaki göçmen topluluklarını ve göçmen kuruluşlarını kontrol altına almak için bir dizi karar almasına kadar böyle süregeldi. 1981’de Cunta’nın çıkarttığı bir kanunla yurtdışında Türkiye aleyhine faaliyet gösterdiği Büyükelçilik tarafından rapor edilen herkesin vatandaşlıktan atılması süreci başlatıldı... Yılmaz Güney, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Behice Boran ve Gültekin Gazioğlu gibi İnci de ben de bu antidemokratik uygulamanın ilk hedefleri arasındaydık... Üstelik İnci ve ben sadece 1982’de vatandaşlıktan atılmakla kalmadık, yıllarca sonra 1987’de zamanın başbakanı Turgut Özal’a bir basın toplantısında sorduğumuz sorular nedeniyle vatandaşlıktan atıldığımız bize ikinci kez tebliğ edildi. O nedenledir ki “Vatansız” Gazeteci kitabını yazdım.

Söz konusu yasaya göre, Elçiliğin jurnallediği kişi sadece vatandaşlığını yitirmekle kalmıyor, Türkiye’deki tüm mal varlığına da devlet tarafından elkonuyordu. Bunun tabii ki Türkiyeli işçiler arasında caydırıcı bir etkisi oldu. Gurbette yıllarca madende çalışıp, biriktidiği parayla Türkiye’de ev, toprak almış bir göçmen işçi, vatandaşlıktan atılınca tüm bunları yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Birçok demokrat, ilerici göçmen bu tehdit karşısında sol örgütlerden ve demokratik hareketlerden ayrılma eğilimine girdi.

Evren Cuntası’nın bir başka dayatması da Türkiyeli bütün dernekleri ve camileri bir çatı altında toplamak ve devletin kontrolü altında tutmaktı. Bu amaçla Türkiye Büyükelçisi’nin onursal başkanlığında Diyanet Vakfı kuruldu, başına da Türkiye’den bir görevli getirtildi. Uzun süre burası bütün Türkiyeli dernekleri ve camileri yönlendirir hale geldi. “Vatan tehlikede” sloganıyla hepsine Türk lobisini destekleme, muhalifleri izole edip gerekirse kaba kuvvet kullanarak bertaraf etme görevi verildi. 90’lı yıllarda Kürt, Ermeni ve Asuri derneklerine ve işyerlerine yapılan saldırılar bunun sonucuydu...

Buradaki göçmen Türklerin çıkardıkları Türkçe gazetelere gelirsek, bu gazeteler ne zaman ve hangi ihtiyaçla çıktılar? Bu gazetelerin çıkış amacı neydi?

Türkiye merkezli gazeteler uzun süre Brüksel’de bürolar açarak ve daimi temsilciler bulundurarak hem Avrupa ve göçmen haberlerini daha dinamik bir şekilde vermek, hem de reklam gelirlerini daha da artırmak çabasında oldular. 70’li ve 80’li yıllarda İnci ve ben Brüksel’de gerçek bir basın merkezi olan IPC’de Mehmet Ali Birant, Şerif Sayın, Nusret Özgül, Sıtkı Uluç, Emre Aygen, Hadi Uluengin, Vakur Kaya gibi meslekdaşlarla sık sık bir araya gelir, farklı görüşlere sahip olmamıza karşın basının sorunlarını paylaşır, çözümyollarını tartışırdık. Giderek ulusal gazetelerin Avrupa ve göçmen ilgisi zayıflamaya, bürolar kapanmaya ve Avrupa baskıları durdurulmaya başladı.

Tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Belçika’da da madenlerin kapanması, göçmenlerin giderek ticarete atılarak kendi işyerlerini kurmaları, sosyal ve kültürel yaşamdaki çeşitlenmeler, göçmenlerin Belçika vatandaşlığına geçerek siyasal yaşamda yeralması, yerel gazetelerin, magazin ve reklam ağırlıklı dergilerin ve özel radyoların doğmasına yolaçtı. 1986 ve 1987’de yayınlanan Gurbet ve Hasret-Çark gazeteleri sanırım bu yeni sürecin öncüleriydi.

Internet’in kitlesel iletişimde giderek ağırlık kazanmaya başlaması Belçika’da da bir dizi Internet sitesinin doğmasına yolaçtı. Bugün hem online olarak, hem de basılı gazete olarak yayın sürdüren medyayı siz benden iyi tanıyorsunuz. Binfikir, Yeni Haber, Belçika Haber, Yeni Vatan ve Gündem gibi online medyayı her sabah 5’ten itibaren izlemekteyim, tıpkı Türkiye medyasını ve dünya medyasını dikkatle izlediğim gibi...  Bunların basılı gazetelerini de zaman zaman Türk marketlerinde görüyorum.

Türkiye’den de haber vermekle beraber hepsinin ana kaygısı daha çok Belçika’daki Türk toplumundan haber vermek... Hepsi teknik olarak hayli başarılı... Türk iş hayatının reklam pastasından pay alma mücadelesi zaman zaman okuru da rahatsız edebilecek bir dozajda ortaya çıkıyor.

Hepsine yönelik genel eleştirim ise, Türkiye kaynaklı göçün etnik ve inançsal çoğulcu yapısını her daim gözardı ederek Türk Devleti’nin dayattığı bir otosansürün dışına çıkamamaları.

Belçika yerli toplumu ya da yöneticileri bu medyayı nasıl görüyor? Türkçe yayınlar Belçikalılar tarafından zaman zaman sadece Türkçe yayın yaparak entegrasyona karşıt bir iş yapmakla eleştiriliyor.

Sadece Türkçe yayın yapmak bir suç değil, aksine her göçmen topluluğunun kendi dilinde yayın yapması temel bir hak... Ne ki, Türkiye merkezli büyük medya oldum olası Türk Devlet lobisinin uçbeyleri gibi davrandığı, insan haklarının ihlallerinin en vahim olduğu dönemlerde dahi rejim savunuculuğu yaptığı, direnişçilere ve onları destekleyenlere kara çalmakta birbiriyle yarıştığı için sadece Belçika’nın değil, tüm Avrupa ülkelerinin demokratik güçleri nezdinde şaibeli kaldı. Bu tutumun entegrasyon konusunda olumsuz etkileri de her daim endişe konusu. Göçmen kökenli Türk medyasının bu konuda daha cesur davranmasının seslendikleri Türkiyeli göçmen kitlesine karşı da bir yükümlülük olduğunu düşünüyorum.

Türkiyeli göçten yetişip Belçika medyasının ve de basın örgütlenmesinin en üst düzeylerinde sorumluluk üstlenen genç gazeteciler var. Mesleğin en eskilerinden biri olarak kendileriyle iftihar ediyorum.

62 yılını gazeteciliğe vermiş önemli bir gazeteci olarak,  Belçika’da 50. yılımızı yaşadığımız şu günlerde son olarak genel bir değerlendirme yapar mısınız

Daha önce de söylediğim gibi, benim için 50. yıl kutlanacak ve kutsanacak bir yıldönümü değil, Anadolu insanının Avrupa sermayesine ucuz emekgücü olarak satışının karalar bağlanası bir yıldönümüdür. Hele göç olgusunun acılı yüzyıllık geçmişi gözönünde tutulursa... Türkçe yayıncılığa gelince, antimuanlı kurşun döneminden bugüne gelmiş bizim gibi basın emekçileri için bugün masaüstü teknolojik olanaklarla gazetecilik yapıldığını görmek mutluluk verici...  Beni mutlu kılan en önemli nokta ise, artık gazeteciliğin, siyasal iktidarla kirli çıkar ilişkileri içindeki patronların ve onlara körükörüne itaat eden gazetecilerin tekelinden çıkmış olması... Artık kafası çalışan ve ileri teknolojiyi kullanabilen her bireyin fiilen gazeteci olabildiği, Internet sitesiyle, blog’uyla, sosyal medyasıyla gerçekleri özgürce haykırabildiği, tüm dünyayla iletişim kurabildiği bir dönemdeyiz... Kurumlaşmış Türkçe medyanın da artık bu gerçegi göz önünde tutması, çoğulculuğa ve toplumun tüm renklerine açılması gerektiğine inanıyorum. Bunları ifade etmek olanağı verdiği için de Binfikir emekçilerine teşekkür ediyorum.


binfikir

http://www.binfikir.be/news/125/ARTICLE/9089/2014-03-13.html