Avrupa Barış Meclisi (ABM), Almanya’nın Düsseldorf kentinde 26
Nisan’da yaptığı toplantıda Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen
300’e yakın delegenin katılımıyla kuruluşunu ilan etti.
Türkiye’de Kürt sorununun demokratik, barışçıl
çözümüne katlı sunmak üzere geçen yıl
kurulan Türkiye Barış Meclisi’ne paralel olarak bir süredir
kuruluş çalışmalarını sürdürülen Avrupa Barış
Meclisi (ABM), Düsseldorf’ta Dieter –Forte Birleşik Okulu’nda
(Dieter-Forte-Gesamtschule) yapılan ve Almanya, Fransa, İngiltere,
Hollanda, Belçika, İsviçre, Avusturya ve İsveç’ten
300’e yakın barış gönüllüsünün katıldığı
kongre ile resmen kurulmuş oldu.
Avrupa Barış Meclisi kuruluş toplantısında, Türkiye Barış Meclisi
örneğinde oldugu gibi, Kürt Sorunu’na barışcıl bir
çözüm bulunması, demokrasi, insan hakları,
özgürlükler ve sosyal adaletin ayrımsız herkes
için gerçekleştirilmesi amacıyla Avrupa’da
yürütülmesi gereken çalışmalar konusunda değişik
kararlar alındı.
Kuruluş toplantısında, Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu
(YEK-KOM), Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF),
Göçmen Dernekleri Federasyonu, Dersim Federasyonu,
Kürdistan İslam Hareketi (CİK), Alman Sol Parti NRW temsilcileri,
Ezidi Federasyonu, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF),
Brüksel Kürt Enstitüsü, Info-Türk Vakfi, Alman
Birleşik Hizmet Sendikası ve birçok dernek ve kurum temsilcileri
de hazır bulundu
ABM Girişim Komitesi adına Eğitimci-Yazar Kemal Uzun’un açılış
konuşmasını yaptığı toplantıyı yönetmek üzere oluşturulan
divanda, DİDF Genel Başkanı Hüseyin Avgan, AABF Genel Başkanı
Turgut Öker, Gazeteci Koray Düzgören, Aysel Kılavuz,
Gazeteci Doğan Özgüden ve Kemal Uzun yer aldı.
Murat Çakır: ABM
büyük bir heyecanla karşılandı
Girişim Komitesi adına bir konuşma yapan Rosa Luxemburg Vakfı Basın
Sözcüsü Murat Çakır, aylar önce başlatılan
kuruluş çalışmalarına Avrupa başta olmak üzere
dünyanın birçok ülkesinden destek ve dayanışma
geldiğini belirterek, Avrupa Barış Meclisi’nin Türkiye dışında
yaşayan Türkler ve Kürtler arasında büyük bir
heyecan yarattığını, umut olduğunu söyledi. ABM’nin başlıca
hedeflerinin Kürt sorununun barışçı
çözümü için Avrupa’da kamuoyu oluşturarak
devletler üzerinde baskı kurmak, Avrupa halkları ve barış
hareketlerinin desteğini almak ve Türkiye kökenli
göçmenler arasında barış fikrini geliştirmek olduğunu ifade
eden Çakır, “Başarmak için birçok nedenimiz var”
dedi.
Prof. Cengiz Güleç: Barış
dilini yaratmalıyız
Toplantıda bir konuşma yapan Türkiye Barış Meclisi
Sözcüsü Prof. Cengiz Güleç ise, Kürt
sorununun barışçıl çözümü için
yürüttükleri çalışmaları anlatarak, barışı
isteyen insanların sesini her geçen gün biraz daha
yükselttiğini ifade etti. Güleç, barış için
farklı geleneklerden, kültürlerden, uluslardan, hatta
ırklardan gelen insanların kendi aralarında barışın dilini
yaratmalarının, empatiyi geliştirmelerinin mutlaka sağlanması
gerektiğini belirtti. Güleç, “Bizler çelişkilerimizi
çözemesek de toprağa gömmeyi, birbirimize kapattığımız
kapıları açmayı, iyi niyetle birbirimizi anlamayı,
çatışmanın yerine birlik kültürünü
yeşertmeyi başardık” dedi.
ABM’nin işleyiş kuralları belirlendi
Toplantgıda Girişim Komitesi tarafından hazırlanan ABM’nin İşleyiş
Kuralları taslağı okunarak, katılımcıların tartışmasına sunuldu.
Yapılan eleştiri ve öneriler sonucunda “Avrupa Barış Meclisi
İç İşleyiş Kuralları” belirlendi.
İç İşleyiş Kuralları’nda özetle; ABM’nin bağımsız bir
meclis olduğu, her türlü şiddet ve ayrımcılığı reddettiği,
ABM’nin üyelerinin, çeşitli meslek grupları ve kitle
örgütleri temsilcileri ile aydınlar olduğu, ABM’nin sorun
çözen ve sorunu taraflarıyla paylaşan bir yöntemi
benimsediği, kadın temsili konusunda tam eşitlik sağlanacağı,
oturumlarında çok dilliliği benimsediği, ülke barış
meclisleri ile ona bağlı kent barış girişimlerinin kurulmasını teşvik
edeceği vb. hususlar karar altına alındı.
Kongre Pippa Bacca’ya adandı
ABM Kuruluş Kongresi, geçtiğimiz haftalarda İtalya’dan barış
için yola çıkan ve 5 ülkenin ardından gittiği
Türkiye’de gebze yakınlarında tecavüz edilerek
öldürülen barış savunucusu sanatçı Pippa Bacca’ya
adandı. Karar bütün delegeler in oybirliği ile alındı ve
ayakta alkışlarla karşılandı.
Alman Barış Hareketi’nden ABM’ne
destek
Toplantıda, Alman barış hareketinin önemli temsilcilerinin
katılımıyla “Avrupa Barış Hareketinin Kürt Sorununun
Barışçıl Çözümüne Katkıları” başlıklı bir
oturum gerçekleştirildi. Frankfurter Rundschau gazetesinden
Edgar Auth’un yönettiği oturuma, Almanya Barış Konseyi
Sözcüsü Peter Strutynski, Sol Parti Federal Parlamento
Meclis Grubu Dış Politika Sözcüsü Prof. Norman Paech ve
Dialog Kreis Sözcüsü Prof. Andreas Buro katıldı.
”ABM barış hareketlerini
güçlendirecek”
Paech, ulusal kurtuluş için mücadele eden hareketlerin
terörist olarak damgalanıp hedefe konulamayacağını, BM’nin kuruluş
bildirgesinde baskı altında olan ülkeler ve toplulukların kendi
kurtuluşları için mücadele etme hakkının yer aldığını
belirtti. Strutynski ise daha çok günümüzde ABD
ve müttefiklerinin “terörle mücadele” adı altında
sürdürmüş olduğu savaş ve işgaller üzerinde
durarak, bu kavramın NATO tarafından gündeme getirildiğini,
önümüzdeki yıl, 60. kuruluş yıl dönümü
dolayısıyla bu kuruluşa karşı büyük eylemler planladıklarını
söyledi. Avrupa ülkelerinin Kürt sorunu konusunda daha
tutarlı bir siyaset izlemesi için baskı oluşturulması
gerektiğini ifade eden Strutynski, ABM’nin Almanya’daki barış
hareketini güçlendireceğine inandıklarını vurguladı.
Diyalog süreci için
önemli
Andreas Buro ise Almanya’nın Türkiye üzerinde baskı yaparak
Kürt sorununun çözümü için
arabuluculuk yapmasının sağlanması gerektiğini söyledi. Buro
ayrıca, PKK’nin “terörist örgüt” statüsünden
çıkarılması gerektiğini belirterek, bunun diyalog sürecinin
başlatılması için önemli olduğuna işaret etti.
İngiltere Savaş Karşıtı Koalisyon Ulusal Komitesi tarafından toplantıya
gönderilen mesajda, dünyanın giderek daha kötü bir
sürece doğru gittiği; bütün barış güçlerinin
yakın işbirliği içerisinde olması gerektiği belirtilerek, ABM
ile sıkı bir çalışma içinde olunacağı vurgulandı. Ayrıca
Sol Parti Federal Parlamento Milletvekili Hüseyin Kenan Aydın da
toplantıya katılarak destek verdi.
Kuruluş Komitesi Üyesi, Gazeteci Doğan Özgüden de
toplantıda “İnsan Hakları, Barış ve Demokrasi” başlıklı bir sunum
yaptı.
(Özgüden'in
konusmasinin tam metni)
Federal Barış Konseyi
Sözcüsü Peter Strutynski
ABM’nin kuruluşunun Almanya’daki barış hareketi ile ilişkisi konusunda
Evrensel Gazetesi’nin sorularını yanıtlayan Federal Barış Konseyi
Sözcüsü Peter Strutynski, toplantı ile beklentilerini
şöyle ifade etti: “Biz Türklerin ve Kürtlerin, Kürt
sorununun çözümüne katkı sağlamak üzere
böyle bir girişim başlatmalarını selamlıyoruz. Biz de Alman barış
hareketi olarak bu konuda üzerimize düşeni yapmaya
çalışacağız. Ancak belirtmem gerekiyor ki, Almanya’daki barış
hareketi çok renkli ve en önemlisi de yerelde belirleyici.
Bugüne kadar Türkler ve Kürtlerin Almanya’daki barış
hareketi içindeki sayısı ve etkisi çok sınırlı
denilebilecek düzeydeydi. Dilerim, ABM’nin kuruluşu Türkiye
kökenli barış gönüllüleriyle Alman barış hareketi
arasında bir köprü olur. Bu konuda özellikle kentler
düzeyinde işbirliğinin yapılmasının önemli olacağını
düşünüyorum. İstisnasız olarak Almanya’nın birçok
kentinde barış inisiyatifleri ve girişimleri var. ABM’nin içinde
yer alan güçlerin ve kişilerin bu yerel barış
inisiyatifleriyle ilişkiye geçerek birlikte çalışmayı
güçlendirmesini temenni ediyorum. Bu, hem ABM’nin
hedeflerinin gerçekleşmesini hem de Almanya’daki barış
hareketini güçlendirecektir.”
Avrupa Barış Meclisi Koordinasyon
Kurulu
Murat Çakır, Günay Aslan, Hüseyin Avgan, Turgut
Öker, Ömer Polat, Mehmet
Şahin,Kemal Uzun, Işık İşcanlı, Koray Düzgören, Doğan
Özgüden, Mustafa
Peköz,Engin Erkiner, Yaşar Kaya, Erkan Demirtaş, Veli Yadırgı,
Gule
Karahasan, Mustafa Yaşacan, Mehmet Özgül, Fuat Kav,
Songül Karabulut,
Özlem Alev Demirel, Ali Can, Fırat Yurtsever, Kenan Azizoğlu,
Derwich Ferho, Ender Karataş, Ahmet Karamus, Kemal
Görgülü, Bülent Gündüz,
Nuray Şen, Erkan Kobanlı, Mehmet Güven, Ömer Kıral, Ayhan
Demir, Behçet
Kızılyel, Haşim Kutlu, Veli Roj, İlhami Erdoğan, Hasan Kutlu, Ali
Gürsu, Gül Güzel, Necati Akın, İhsan Gedik, Baki Coşkun,
Nihal Bayram,
Vasfi Varol, Pınar Tuğcu, Mesut Demirkaya ve Kemal Göktepe.
Avrupa Barış Meclisi Sekretaryası
Günay Aslan, Murat Çakır, Koray Düzgören, Dr.
Işık İşcanlı, Songül
Karabulut, Yücel Özdemir, Doğan Özgüden, Mustafa
Peköz, Mehmet Şahin,
Pınar Tuzcu.
Avrupa Barış Meclisi Kuruluş Kongresi
Sonuç Bildirgesi
26 Nisan 2008 Cumartesi günü Almanya'nın Düsseldorf
kentinde gerçekleştirilen Avrupa Barış Meclisi Kuruluş
Kongresi’ne katılan degisik Avrupa ülkelerinden ve çeşitli
meslek gruplarından barış savunucuları, Avrupa Barış Meclisi
aracılığıyla insanlığın temel özlemi olan barışın
gerçekleşmesi çabasına katılmaya karar vermiş ve bu
yöndeki ortak iradelerini beyan etmişlerdir.
Almanya başta olmak üzere Avrupa'nın birçok ülkesinden
barış hareketi sözcüleri, sivil toplum örgütleri ve
şahsiyetler de Kuruluş Kongresi'ne aktif destek vermişler; Türkiye
Barış Meclisi Sözcüsü Prof. Dr. M. Cengiz
Güleç, Milletvekilleri Prof. Dr. Norman Paech ve
Hüseyin K. Aydın, Alman barış hareketinden Prof. Dr. Andreas Buro
ve Dr. Peter Strutynski kongreye bizzat katılarak, İngiltere Barış
Hareketi Sözcüsü Tony Ben ile İsveç Memur
Sendikası Genel Sekreterliği ise gönderdikleri mesajlar ile katkı
sunmuşlardır. Avrupa barış hareketi temsilcileri özellikle
»terörizm« suçlamasının, barışçıl
çözümlerin önünü tıkadığını
belirtmişler ve Kürt hareketinin terör listesinden
çıkarılmasını talep etmişlerdir.
Avrupa'nın birçok ülkesinden ve yine birçok etnik
kökenden, dil, din, mezhep ve siyasal eğilimden barışseverler, hem
evrensel düzeyde hem de Türkiye ve Kürdistan’da barışın
sağlanması yolunda mücadele edecek olan Avrupa Barış Meclisi'nin
kuruluşunu ilân etmişlerdir. ABM Kuruluş Kongresi oy birliği ile
vahşice öldürülen İtalyan barış gelini Pippa Bacca’ya
adandı.
Kuruluş Kongresi'nde bir araya gelen barışseverler ortak bir irade ile;
bölge ve dünya barışıyla birlikte halklarımızın geleceğini de
tehdit eden Kürt sorununun barışçıl
çözümünün önemine dikkat çekmiş,
bu yöndeki arayışları desteklemek amacıyla yapılması gerekenleri
belirlemiş; kısa, orta ve uzun vadeli bu hedefleri
gerçekleştirmesi için de Avrupa Barış Meclisi
Koordinasyon Kurulu ile ABM Sekretaryası'nı görevlendirmiştir.
Kongreye katılan delegelerin oy birliğiyle seçtiği Koordinasyon
Kurulu'nun yine oy birliğiyle görevlendirdiği Sekretarya da
kongrenin hemen ardından harekete geçmiş ve çalışmalarına
başlamıştır.
»Türkiye'nin barışını öncelikli amaç
olarak« benimseyen Türkiye Barış Meclisi'nin programını
temel alan Avrupa Barış Meclisi, silahlı çatışmalarının
durdurulması, Kürt sorununun barışçıl
çözümü başta olmak üzere, Türkiye'de
ayrımsız herkes için demokrasinin, insan haklarının,
özgürlüklerin ve sosyal adaletin tesisi çabasına
aktif destek sunmakta kararlıdır. ABM, Türkiye'den uzakta olsa da,
oradaki savaştan, militarizmden, gerilimden, anlayışsızlıktan,
ayrımcılıktan önemli derecede etkilenen Avrupa;daki Türkiye
kökenli göçmenlerin barışçıl – demokratik
iradesi olarak barışın tesisi için öncelikli olarak
silahların susması ve diyalog kanallarının açılması
çağrısı yapmaktadır. Bu yoldaki ilk adım olarak da
Kürdistan’ın değişik bölgelerinde sürdürülen
ve bir çok insanımızın yaşamına mal olan operasyonların bir an
evvel durdurulmasını talep eder.
ABM, en son Sakarya’da olduğu gibi güvenlik güçlerinin
kontrollü kışkırtması altında meydana gelen linç
girişimlerini endişe ile izlemektedir. ABM kışkırtılan şiddet
olaylarının derhal sona erdirilmesi için Türkiye
hükümetini acilen göreve davet etmektedir. Aksi takdirde
hükümet, Kürtlere karşı kışkırtılan sivil faşist
güçlerin yol açacağı çatışmaların ve bunların
sonuçlarının sorumlusu olduğu suçlamasından asla
kurtulamayacaktır.
ABM, sonuçlarının herkes için yıkıcı olacağı bir etnik ve
bölgesel savaşa dönüşme tehlikesi taşıyan
çatışmaların derhal durdurulmasını, inkâr ve imhaya
yönelik militarist yaklaşımlardan vazgeçilmesini,
düşünce ve örgütlenme özgürlüğü
başta olmak üzere temel hak ve özgürlükler
önündeki bütün engellerin kaldırılmasını talep
etmektedir.
ABM bu çerçevede Türkiye sendikal hareketi ile de
sıkı dayanışma içerisinde olduğunu açıklar. Sendikal
hareket üzerindeki baskılar, sosyal güvenlik sistemlerinin
neoliberal dönüşümünü hızlandırarak,
emekçiler başta olmak üzere geniş kesimlerin sosyal
haklarını budayan adımlar, ülke kaynaklarının uluslararası
tekellere peşkeş çekilmesi ve 1 Mayıs’ın kutlanmasına
yönelik kısıtlama ve yasaklar artık sona erdirilmeli; toplumsal
adaletin ve sosyal hakların olduğu eşit bir geleceği kurmak için
gerekli olan bütün adımlar atılmalıdır.
ABM, gerek Türkiye ve Kürdistan’da, gerek Avrupa’da, gerekse
de dünyanın her tarafında çalışma ve yaşam koşullarının
düzeltilmesi için mücadele eden, »başka bir
dünya« umudunu taşıyan işçilerin, sendikal
hareketlerin ve bütün uluslardan emekçilerin birlik,
dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ı kutlar ve
tüm barışseverleri, her yerde barış, demokrasi ve sosyal
mücadelenin bütünleşmesi, farklı güçler
arasındaki dayanışmanın örülmesi ve savaşsız,
sömürüsüz, ayrıcalıksız bir gelecek için
alanlara çıkarak, 1 Mayıs’ı birlikte kutlamaya çağırır.
Toplumsal adalet, sendikal haklar, barış, eşitlik ve demokrasi
için:
Haydi alanlara! Haydi 1 Mayıs’a!
30 Nisan 2008
http://www.eurobaris.com/
Doğan
Özgüden'in 26 Nisan 2008 tarihinde
Düsseldorf'taki
Avrupa Baris Meclisi'nde yaptigi
konusmanin tam metni
Değerli dostlar,
Bugün Almanya’nın Düsseldorf kentinde, kimisiyle yıllardan
beri demokrasi, insan hakları ve barış için birlikte
mücadele verdiğim, çoğunun mücadelesini uzaktan
takdirle izlediğim böylesi seçkin insanlar topluluğuna
hitap etmekten büyük bir kıvanç ve onur duyuyorum.
Kuşkusuz ki, burada bir araya gelen bireylerin tümü arasında
bir örgütsel birlikten bahsetmek olası değil. Herbirimiz
farklı bir mücadele birikimiyle buradayız. Kimilerimiz zamanında
« antagonistik » sayılabilecek çelişkiler
içindeki farklı örgütlerin militanlığını yapmış
olabilir, kimimiz hiçbir zaman bir politik örgütlenme
içinde bulunmamış olabilir.
Bugün dahi ideolojik, stratejik ve taktik planlarda farklı farklı
tercihlerimiz olabilir.
Ne ki, bugün burada bir araya gelmişsek, bunu sağlayan, bu
farklılıkların ötesinde, Türkiye ve Kürdistan
halklarının özgürlüklerinin ve temel haklarının
tanınması, güneyiyle ve kuzeyiyle, doğusuyla batısıyla
coğrafyamızın gerçekten demokratik bir düzene
kavuşturulması mücadelesine herbirimizin yürekten bağlı
olmamızdır.
Kişi, siyasal baskılar nedeniyle anayurdundan kopmuşsa,
sürgün toprağına ayak basar basmaz, kendi kişisel
statüsünü dahi güvenceye almadan, Türkiye’deki
demokrasi ve özgürlük mücadelesine nasıl katkıda
bulunabileceğinin arayışı içindedir.
Ilk kez 1915 Ermeni Soykırımı’nın yarattığı Ermeni diyasporasının ilk
örneğini verdiği bu gerçek, 12 Mart sürgünleri,
12 Eylül sürgünleri için de, Kürt ulusal
direnişinin başlamasından sonra daha büyük kitleler halinde
gelen Kürt, Ermeni, Asuri, Kildani, Yezidi mülteciler
için de geçerlidir.
İki yıl önce, 12 Mart 1971 Darbesi’nin 35.
yıldönümü dolayısıyla Asuri, Ermeni, Kürt ve
Türk demokratik kuruluşları olarak Belçika Parlamentosu’nda
düzenlediğimiz bir basın toplantısında ve Brüksel Anakent
Belediyesi’nde düzenlediğimiz bir kollokyumda, şunu belirlemiştik:
12 Mart Darbesi’nin üzerinden bir asrın üçte birini
aşan bir süre geçmiş olmasına rağmen Türkiye’nin karşı
karşıya bulunduğu sorunlarda ciddi bir değişim yoktu. Tutuklamalar,
yargılamalar, yasaklar, işkenceler, ulusal, etnik ve dinsel baskılar,
zaman zaman yoğunluk değişimine uğrasa da devlet politikası olarak
devam ediyordu.
Üstelik 12 Eylül Darbesi’nden sonra bu uygulamalar, askerin
dayattığı faşizan, ırkçı bir anayasanın himayesinde yapılıyordu.
İktidara hangi parti gelirse gelsin, muhalefetteyken çok farklı
şeyler söylemiş olsa bile, askeriyenin « milli güvenlik
» brifingleriyle beyin yıkamasına tabi tutulduktan sonra, aynı
baskı ve şiddet politikasının en ateşli uygulayıcısı haline geliyordu.
Bu yıl, 12 Mart Darbesi’nin 37. yıldönümü dolayısıyla
durum daha da vahim. Sistematik insan haklari ihlallerinin
örgütleyicisi, tahrikçisi ve en gaddarca uygulayıcısı
Türk Ordusu, 2008 yılıyla birlikte sınır ötesi operasyonlara
da başlayarak bölge istikrarını sürekli tehdit eden bir
güç haline gelmiştir.
Türkiye Kürdistanı halkına karşı yıllardan beri
sürdürulen saldırılar şimdi Güney Kürdistan’ı da
hedef almakta, Musul ve Kerkük’ü de Türkiye’de
gösteren « Misakı Milli » haritaları provokatör
medyanın birinci sayfalarını süslemektedir.
Uluslararası camianın tüm muhalefetine karşın, Türk Ordusu
Kıbrıs adasının kuzey yarısını işgal altında tutmaya devam etmektedir.
Turan ütopyasından kaynaklanan Türk yayılmacılığı,
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan bir bölgeyi,
Kafkas, Orta Asya ve Balkan ülkelerini kontrol altına almak
için askeri, ekonomik, ticari, dinsel ve eğitsel tüm
olanakları seferber etmiştir.
Türkiye Devleti’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, Türk
Ordusu’nun komutanları bu ülkelere yaptıkları gezilerde «
soydaş » lafını ağızlarından düşürmemektedir. Abdullah
Gül, Türkmenistan'a gittiiğinde, anavatandan atavatana
geldigini söyleyerek, cumhuriyetin tüm yurttaşlarının değil,
sadece Türk kökenlilerin cumhurbaşkani olduğunu ima
etmektedir.
Başbakan başta olmak üzere hukümet üyeleri, kendi
yönettikleri cumhuriyette 20 milyonluk Kürt halkının en temel
haklarını hâlâ hiçe sayıp bunları talep edenleri
« terörizm işbirlikçisi » diye damgalarken,
ellerini sıkıp bir masaya oturmayı reddederken, Balkan ülkelerie
yaptıkları ziyaretlerde « eşitlik talebi» adına bu
ülkelerin Türk ve Müslüman azınlıklarını provokatif
demeçlerle kışkırtmakta, yabancı ülkelerin toprağında
Türk bayraklı Atatürk resimli seçim kampanyaları
organize ettirmekte hiçbir sakınca görmemektedir.
Bugün dünyanın dört bir yanına dağılmış, özellikle
de Avrupa Birliği ülkelerinde, Almanya’da, Fransa’da,
Belçika’da, Hollanda’da, Avusturya’da yoğunlaşmış Türk
göçmen kitleleri, Milli Güvenlik Kurulu’nun koordine
ettiği, Türk diplomatik ve askeri misyonlarının fiilen uyguladığı,
mafya ilişkileri içindeki Türk işadamlarının her parasal
olarak desteklediği operasyonlarla her türlü demokratik,
barışçıl girişime karşı koşullandırılmaktadır. Belçika
örneğinde tanık olduğumuz gibi bu operasyonlar zaman zaman
kriminel boyutlar kazanmaktadır.
Beş yıl œnce demokrasi türküleriyle iktidara gelenler
bugün sadece Kürt sorununda değil, tüm siyasal, sosyal
ve ekonomik sorunlarda en gerici mevzilere çekilmekte, 1 Mayıs
œrneğinde görüldüğü gibi işi alenen işçi
sınıfı düşmanlığına vardırmaktadîr.
İşte bu noktadadır ki, insan hakları, özgürlükler ve
demokrasi için mücadele barış mücadelesiyle,
ülkemizin geçmişinde hiçbir zaman olmadığı kadar
özdeşleşmekte ve bütünleşmektedir.
Hemen belirteyim ki, bu mücadele, otuz yıl önce, yirmi yıl
önce verdiğimiz mücadeleye oranla daha da zordur,
çünkü Avrupa devletleri, Avrupa hükümetleri,
hattâ demokratik partiler, demokratik kitle örgütleri
ve de Avrupa medyası için Türkiye’yi gerçekten
demokratik bir Avrupa ülkesi haline getirme mücadelesinin
yerini « real politik » almıştır.
Bugün Türkiye’de gerçek anlamda bir savaş hali
yaşanmaktadır. Bunu sadece askeri anlamda söylemiyorum. PKK
gerillasıyla Türk Ordusu arasındaki silahlı çatışmanın
ötesinde, Türkiye Kürdistanı’nda ve de yoğun Kürt
yerleşimine sahip Batı metropollerinde siyasal bir savaş
sürmektedir.
Utanç verici bir oportünizm içindeki AB otoriteleri,
Avrupa hükümetleri, Newroz’larda, özgürlük
mitinglerinde meydanları, caddeleri dolduran onbinleri, Kürt
halkının tüm baskılara ve seçim dalaverelerine rağmen kendi
temsilcilerini Kürt belediyelerinin başına getirdiği, Meclis’te
grup oluşturduğu gerçeğini görmezden gelmeyi tercih ederek,
bu halkın siyasal örgütünü « terörist
örgütler » listesine sokmakta, bu halkın siyasal
eylemlcilerini, basılı medyasını, televizyonunu, derneklerini
sürekli baskı altında tutmaktadır.
Avrupa halklarının seçilmiş organı Avrupa Parlamentosu ne
yapmaktadır ? Ne şiş yansın ne kebap…
Utanç 1. Bu parlamento 1987 yılında Ermeni Soykırımı’nın
tanınmasını Türkiye’nin Avupa Birliği’ne üye olabilmesi
için olmazsa olmaz koşullardan biri olarak kabul etmiştir.
Ne ki, Ankara’yla ortaklik müzakereleri açıldığından
beri, soykırımı tanımanın şart koşulması şöyle dursun,
değerlendirme raporlarında bu konu tamamen es geçilmektedir.
Utanç 2. DEP Milletvekili Leyla Zana’nın hapislerde
çürütüldüğü yıllarda Avrupa
Parlamentosu kendisine Sakharov Ödülü vermiş,
büyük boy fotoğrafı yıllarca parlamento basın merkezini
onurlandırmıştı.
Aynı Leyla Zana bugün, hem de Avrupa Komisyonu Baskani Baroso ile
Genişleme Komiseri Olly Rehn’in Türkiye’de bulundugu sirada
söylediği bir cümleden dolayı yeniden iki yıl hapse mahkum
edilmekte, Avrupa Parlamentosu’ndan ses çıkmamaktadır.
Tüm bunlar bir gerçeklik.
Ama bir başka gerçeklik : Tüm bu ihanetlere, yalnız
bırakılmalara rağmen, tüm düzen partilerinin aşırı
milliyetçilik, köktendincilik,
Atatürkçülük karışımı militarist oligarşik sistem
içinde elbirliğiyle uyguladığı tüm baskılara ve manevralara
rağmen bir halk direniyor, mücadele veriyor.
Kürt halki, bu onurlu mücadelesinin barışçıl bir
çözümle taçlandırılmasını yüz kere, bin
kere haketmiştir.
Kürt insanı, erkeğiyle kadınıyla, yaşlısıyla genciylem
Belçika’daki Flaman'ların ya da Wallon’ların, İspanya’daki
Katalan’ların ya da Bask’ların, Bulgaristan, Kosova, Yunanistan,
Makedonya ve Kıbrıs’taki Türklerin sahip olduğu hakların
tümüne aynen sahip olmalıdır.
Kürdüyle Türküyle hiçbir genç artık
sanayici-asker kompleksinin kışkırttığı militarizmin komplolarına
kurban edilmemeli, Kürt olsun Türk olsun hiçbir ana
toprağa düşen evlatlarının ardında gözyaşı
dökmemelidir.
Silahlar iki taraflı aynızamanda susmalı, Türkiye Kürdistanı,
kim tarafından yerleştirilmiş olursa olsun, her yıl yüzlerce
insanı öldüren ya da sakat bırakan tüm mayınlardan bir
an önce temizlenmelidir.
Ne ki, barışçıl çözüm, « dağdakiler
düze insin, devletin müşfik kollarına sığınsın »
türünden Lafonten masallarıyla değil, Kürt halkının
gerçek temsilcileriyle karşılıklı saygı ve eşitlik temelinde
başlatılacak yapıcı görüşmelerle bulunmalıdır.
Bunun gerçekleşebilmesi ise, faşizan 12 Eylül anayasası,
Türk Ceza Yasası ve Terörle Mücadele Yasası başta
olmak üzere olmak üzere mevzuattaki tüm anti-demokratik
maddelerin bir an önce temizlenmesi, Türkiye siyasal
yaşamının asker-sanayici kompleksinin tasallutundan, militarizmin
ırkçı ve baskıcı yönlendirmelerinden kurtarılması gerekiyor.
Barışçıl çözümün, Kürt halkının
gerçek temsilcilerini dışlayarak, onları her fırsatta
lanetleyerek, mahkemelerde süründürerek, utanç
verici komplolara kurban ederek bulunması mümkün değildir.
Dünkü konuşmasında herkese demokrasi dersi veren Anayasa
Mahkemesi başkanı dahi, bu konuşmayı yaptığı yıldönümü
toplantısına DTP'yi davet etmemeye özel bir özen
göstermekte, sonra da "Herkes adalete güvensin" demektedir?
Hakimin cellatlık yaptığı bir sisteme güvenmek mümkün
olabilir mi?
Erdoğan'ın "benim milletvekillerim" dediği AKP saflarına şu veya bu
şekilde assimile edilmiş Kürt kökenli kişilerle de
barışçıl çözüm bulunamaz. Kuşkusuz ki, ortada
iyi niyet varsa, onların da bu barış sürecinde olumlu katkısı
sağlanabilir.
Ancak gerçek ve kalıcı bir barışçıl
çözüm için Kürt halkının erzast değil
gerçek temsilcilerinin öncelikli muhatap alınması olmazsa
olmaz koşuldur.
Türkiye Barış Meclisi gibi, Avrupa Barış Meclisi’nin de Kürt
sorununa bu temelde barışçıl çözüm aranmasına
büyük katkı sağlayacağına inanıyor, başarı dileklerimle
tüm barışsever dostlarımı yürekten selamlıyorum.
Önce
işe siyaset dilinden başlamalı
Koray Düzgören, Yeni Şafak,
28 Nisan 2008
Düsseldorf Elle'de bir okulun geniş toplantı salonunda Avrupa'nın
çeşitli ülkelerinden gelmiş yaklaşık 400 kişi, Avrupa'daki
Türkiye kökenli gazetecilerin duayeni Doğan
Özgüden'i dinliyor.
Özgüden insan hakları, barış ve demokrasi üzerine
konuşuyor.
Yaşı neredeyse 70 gelmiş bu eski kurtun diri sesi heyecandan titriyor.
12 Mart 1971 darbesi öncesinden başlayarak devletin militarist ve
antidemokratik uygulamalarından örnekler veriyor.
Devletin yurtdışına uzanan baskıcı, insan haklarını ve evrensel
değerleri hiçe sayan yaklaşımlarının yolaçtığı bazı
olayları anlatıyor.
İnsan hakları, barış ve demokrasinin gerekliliğine değiniyor.
Düsseldorf'ta atılan adımın bu yolda ne kadar önemli olduğunu
ifade ediyor.
Toplantının amacı Avrupa Barış Meclisi'nin kuruluşunu ilan etmek.
Bu toplantı için bir süre önce şu çağrı
yapılmıştı:
"Barışın dilini konuşmak, adalet ve demokrasiye katkıda bulunmak
için bir araya gelelelim"
Avrupa'nın dört bir yanından yüzlerce kişi -hem de kendi
olanaklarıyla- dün işte bu nedenle biraraya gelmişti.
Zor bir işti bu. Ülkelerinden binlerce kilometre uzakta,
ülkelerindeki savaştan, militarizmden, gerilimden,
anlayışsızlıktan, ayrımcılıktan, yoksulluğun yarattığı yakıcı
sorunlardan etkilenen bu insanlar ne yapabilirlerdi bu konuda.
Oraya gelen hemen herkesin bir öyküsü vardı. Yazmaya
kalkılsa ciltler dolusu hikaye çıkabilirdi. Üstelik bu
hikayelerin hemen hepsi de yıkım, acı, hayal kırıklığı, hasret ve
felaketlerle doluydu.
Bu insanların çoğunun aileleri yakınları, dostları, arkadaşları
ve anılarının bulunduğu kentler, köyler, kırlar, dağlar,
dereboyları orada kalmıştı. Bağlı oldukları değerler hala orada, geride
bıraktıkları Türkiye'deydi.
Ve Türkiye'de, geride bırakılan, terkedilmek zorunda kalınan o
ülkede, bu insanların ülkeden ayrılmak zorunda kaldıkları
şartlar neredeyse aynen devam ediyordu.
Savaşsa savaş sürüyordu. İşkenceyse işkenceler azalmıyor
hatta artıyordu. Baskıysa baskı. Çeteyse çete. Siyasal
iktidarların anlayışsızlığı ise anlayışsızlık, siyasi liderlerin
hoyratlığı ise hoyratlık.
Çoğunun bedenleri Avrupa'daydı ama ruhları, kafaları geride
bıraktıkları ülkede dolaşıyordu.
Dolayısıyla ülkenin yaşadığı sorunlar ışık hızıyla Avrupa'ya
yansıyor ve bu insanlar için bir keder, dert ve sıkıntı meselesi
oluyordu.
Bu nedenlerle Avrupa'da toplanılmış olsa da Barış Meclisi,
'Türkiye Barısını Arıyor" demekte bir sakınca görmemişti.
Peki neydi barışın tesisi için yapılması gereken asgarı işler?
Toplantıda dağıtılan broşürde yeralan Barış Meclisi programına
bakıldığında aslında bunların bildiğimiz şeyler olduğunu
görüyoruz.
"Barış dilde başlatılmalı. Özellikle siyasetin dili, şiddete
yolaçan ayrımcılıkktan ve milliyetçilikten arındırılmalı,
ötekileştirici, yabancılaştırıcı ve düşmanlaştırıcı tüm
söylemler terkedilmelidir. Çünkü siyasette soy
mensubiyetine dayandırılan milliyetçi söylem ve
özcü yaklaşımlar, karşıtını da doğurmakta, yurttaşlar
arasındaki güven ve birlik orttamının oluşmasına zarar
vermektedir."
Son günlerde Türkiye'de siyasetin diline bakalım.
Liderler birbiriyle ve mensup oldukları çevrenin dışında
kalanlarla, sıradan vatandaşlarla nasıl konuşuyor? Onlara nasıl hitap
ediyor?
Bu konuşmalar buram buram ırkçılık, ayrımcılık, kin, nefret,
şiddet ve hoyratlık içeriyor.
Program devam ediyor:
"Herkesin, etnik kökeni, dinsel inançları, mezhebi,
cinsiyeti, cinsel yönelimi, siyasal görüşleri nedeniyle
ya da başkaca bir nedenden dolayı ayrımcılığa uğramaksızın eşit hak ve
sorumluluklar ile siyasal alanda aktif özne olarak yer
alabilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır."
Bunların ne olduğu aslında herkes tarafından biliniyor. Biliniyor ama
yapılmak istenmiyor.
İçinde bulunulan ve kimseyi mutlu etmeyen bu ortamın temel
nedeni de bu aslında.
İşte gerek Türkiye'deki gerekse de buna paralel Avrupa'da
başlatılan bu barış girişimlerinin temel amacı da bu noktada ortaya
çıkıyor.
Toplumsal barışın dinamitlendiği bu zehirli ortamın normalleimesi
için bazı adımların atılmasını sağlayabilmek.
Bu kuşkusuz kolay bir iş değil.
Kuzey Irlanda'da yıllarca süren, binlerce insanın
ölümüne, binlercesinin sakat kalmasına ve
onbinlercesinin de ağır bir şekilde etkilenmesine neden olan savaş
bitti, barış sağlandı.
Yeni bir siyasal süreç başlatıldı. Ama 30 yıl süren
çatışma döneminin yaraları hala kapatılabilmiş değil.
Toplumsal barışı tam olarak sağlayabilmek amacıyla mağdurlarla, mağdur
yakınlarının ve katillerin biraraya geldiği 'Yüzleşme
Komisyonları' hala çalışmalarını sürdürüyor.
Kolay değil barış için çalışmak.
Her şeyden önce bu konuda niyet sahibi olmak gerekiyor.
Daha önce de söylediğim gibi, bu Barış Meclisi girişimleri
belki çok önemli görülmeyebilir ama, barış
için atılan her küçük adım barış yolunda
büyük bir adımdır.
Çünkü Türkiye'nin acilen barışa ihtiyacı var.
Zana, Mandela, Nesrin ve de Avrupa!
Türk
medyası bugün şu haberi veriyor: "Güney Afrika
Cumhuriyeti'nin ilk siyahi cumhurbaşkanı olan Nelson Mandela'nın
hapisten çıkarılmasının 20'inci yıl dönümü
ülkede düzenlenen törenlerle kutlanıyor. Aralarında
ülkenin ileri gelenlerinin de bulunduğu yüzlerce Güney
Afrikalı, Mandela'nın 27 yıl süren hapsinin son dönemini
geçirdiği cezaevinden hareketle bir anma
yürüyüşü yaptı. Mandela'nın salıverilmesi,
Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ırk ayrımcılığına son verilmesi
sürecinde kilit rol oynamıştı." (Hürriyet, 11 Şubat 2010)
Güney Afrika halkının coşkusunu,
İnfo-Türk yönetmeni Doğan Özgüden'in Avrupa
Barış Meclisi'nin sitesinde yayınlanan bir yazısını okurlarımıza
sunarak paylaşıyoruz:
Doğan Özgüden
http://barismeclisi.com/home/
12 Mart darbesinden sonra Avrupa'ya siyasal sürgün olarak
geldiğimizde, askeri cuntaya karşı Avrupa kurumlarında kampanya
yürütürken o kadar aptalca ya da hinoğluhince sorularla
karşılaşırdık ki, unutmam mümkün değil.
Tam 39 yıl sonra Şubat başında Avrupa Parlamentosu'nda toplanan
Kürt Konferansı'nı Avrupa Barış Meclisi adına gelen Koray
Düzgören'le izlerken o günlere döndüm.
O yıllarda Avrupa Birliği bugünkü kadar etkin değildi,
uluslararası planda insan hakları ihlallerine müdahale olanağı
bugünküne oranla daha sınırlıydı. Cunta'yı mahkum ettirme
kavgamız daha ağırlıklı olarak Türkiye'nin de üyesi olduğu
Avrupa Konseyi bünyesinde sürüyordu.
Türkiye'den gelen işkence ve dâva belgelerinden İngilizce
bir dosya hazırlamış, Strasbourg'ta Avrupalı parlementerlere iletmeye
çalışıyor, askeri rejim varolduğu sürece Türkiye'nin
Avrupa Konseyi üyeliğini askıya aldırtmaya çalışıyorduk.
Hiç unutmuyorum, Avusturyalı sosyal demokrat bir milletvekili
kendisine sunduğumuz belgelere şöyle bir göz attıktan sonra:
- İyi de, bu belgelerde mağdur olarak gösterilenler sakın
komünist olmasın, dedi. Bakın Avusturya'da bizim SPÖ de dahil
tüm partiler işbirliği yaparak komünistleri siyaset
sahnesinden dışladık. Eğer Türkiye'de komünistlerin meşruiyet
kazanmasına destek vermemizi umuyorsanız, boşuna hayal kurmayın.
Oysa o yıllarda komünist partisininin Türkiye siyasi
hayatında adı dahi geçmiyordu, tutuklananlar, işkenceden
geçirilenler, mahkum edilenler 60 sonrası yıllarda kurulup
gelişen sol ya da demokratik örgütlerin, neşvünema
halindeki Kürt rönesansının yöneticileri ve
militanlarıydı.
O yıllarda ABD Avrupa'daki tüm dostlarını, sosyal demokrat
partiler de dahil, "anti-komünizm"e koşullandırdığından, , hangi
ülkede olursa olsun, Pentagon uşağı generallere direniş
gösteren her kuruluş, her kişi derhal "komünist" ya da
"Sovyet ajanı" diye damgalanıyor, bunların uğradıkları baskıları,
haksızlıkları teşhir ederek insan hakları kuruluşlarının dayanışmasını
istemek "şaibeli" bir faaliyet sayılıyordu.
Avrupa Parlamentosu'ndaki son konferansta da Avrupa Komisyonu
Türkiye Masası Şefi Filori, Kürt sorununun
çözümüne AB'nin ne türden bir katkı
getirebileceğini anlatmaya çalışırken, yine aynı ABD patentli
karalama yöntemiyle Kürt sorununda
çözümsüzlüğe yeşil ışık yakıyordu.
Çok iyi tanıdığım teranelerdi… Hiç şaşırmadım.
Filori'ye göre, Türkiye'deki Kürt sorununun
taraflarından biri olan PKK, Avrupa'nın seçilmiş
hükümetlerinin oybirliğiyle "terörist örgüt"
ilan edilmişti, bu yüzden onunla herhangi bir dialog kurulması
mümkün değildi.
Oysa Filori'nin kendisi de çok iyi bilir ki, Avrupa
ülkelerinde PKK'nin "terörist örgüt"lüğü
demokratik süreçlerde tartışılarak karara bağlanmış değil,
doğrudan doğruya Türkiye'deki ırkçı ve militarist
yönetimleri tatmin ederek bu ülkenin ekonomik, politik,
askeri olanaklarını ABD çıkarları doğrultusunda istismar
edebilmek için Washington tarafından dayatılmıştı.
Bu yalanı konferans katılımcılarının önünde Filori'nin
yüzüne çarpmak için ısrarla söz
istediğimiz halde, oturumu yöneten İngiliz milletvekili tarafından
her nedense söz verilmedi.
Dert değil, o milletvekili de, Filori'nin kendisi de bunun bir kuyruklu
yalan olduğunu, bu yalanda ısrar etmenin çözüme değil
çözümsüzlüğe hizmet olduğunu en az bizler
kadar iyi bilirler.
Eğer PKK gerçekten iflah olmaz, asla ve kat'a muhatap alınamaz
bir terrörist örgütse, Türkiye'de sadece Kürt
illerinde değil, Batı illerinde de binlerle sokağa
dökülüp PKK'nin barış masasına dahil edilmesi
için dayatan yüzbinlere ne işlem yapılacaktır?
Evet, yüzlerce DTP yöneticisi ve de yüzlerce Kürt
çocuğu sırf bu barışçıl istemde bulundukları için
tutuklanıp kelepçeleniyor, zındanlara atılıyor. Ya meydanları
doldurup aynı barışçıl istemi haykıran yüzbinler, bu istemi
yürekten paylaşan sessiz yüzbinler… Tükenir mi,
tüketilebilir mi?
Son diyeceğim yine ABD'nin emirlerine esas durmayı asli görev
sayan Avrupa Birliği yöneticilerine:
Yıllardır Avrupa'nın tüm metropollerinde, hattâ en ücre
köşelerinde meydanlara inerek aynı istemi haykıran Kürt
kökenli Avrupa vatandaşlarına ne yapacaksınız? Hele Avrupa
ülkelerinin vatandaşlığına geçmiş olanlar, Avrupa'da doğup
büyümüş olanlar, Avrupa kurumlarında seçimle
söz ve karar sahibi olanlar, Avrupa'nın sosyal, kültürel
ve edebi yaşamına katkıda bulunanlar?
Tüm bu Kürtler de mi "terrörist"? Bu Kürtlerle
dayanışma içindeki Türkler de, Avrupalılar da mı
"terörist"?
Seçim yapmalısınız.
Eğer "Evet, onlar da terörist" diyorsanız, Ankara'daki
üniformalı, üniformasız uçbeylerinizi tatmin etmek
için açın yeniden tarihinizin utanç sayfalarındaki
Guernica'ları, Treblinka'ları, Dachau'ları, Auschwitz'leri.
Ya da, demokrasi kriterlerine ve insan haklarına hâlâ
çok saygılı olduğunuza inanıyorsanız, kırın bu Ankara-Washington
mihverine kölelik zincirini, özür dileyin Kürt
halkından. Hem de hiç gecikmeden...
Yetsin artık bu iki yüzlülük…
En azından, tüm yaşamını sadece Kürt halkının değil, tüm
Türkiye halklarının özgürlüğü için
mücadeleye adamış olan sevgili Leyla Zana'ya karşı
dürüst olun.
1995'te zındandayken Saharov Ödülü verdiğiniz Zana
yıllarca hapiste yattıktan sonra tekrar tekrar yargılanır, mahkum
edilirken AB'ye üyelik görüşmelerinin nasıl
sürdürülebildiğine bir izah gerekmez mi?
Soruyorum:
Saharov ödülü verdiğiniz diğer şahsiyetlerden herhangi
biri, örneğin 1988'de ödüllendirdiğiniz Nelson Mandela,
ya da 1994'te ödüllendirilen Teslime Nesrin aynı muameleye
tabi tutulsa, onlara bunu reva gören rejimlerle aynı "al takke ver
külah" ilişkilerini sürdürebilir miydiniz?
Kürt halkına ve Kürt halkının dostlarına bu konuda da dobra
dobra verilecek bir yanıt gerek…
Hem de hiç gecikmeden… Guernica'sız bir Avrupa için,
Auschwitz'siz bir Avrupa için…
http://www.info-turk.be/